16 Ekim 2018 Salı

SÜNNETİ ANLAMA ÇERCEVESİNDE SAHABE VE MÜŞRİKLER ALLAH RESULÜNÜ NASIL ANLAMIŞLARDI?



SÜNNETİ ANLAMA ÇERCEVESİNDE SAHABE VE MÜŞRİKLER ALLAH RESULÜNÜ NASIL ANLAMIŞLARDI?  1
Sünneti doğru anlayabilmek için sünnet deyince neyin kast edildiğinin açıkça anlaşılması gerekir. Sahabenin çoğunun anladığı sünnetin ne olduğu hususunu  kısa ve öz olarak ele alacak olursak; Sünnet Allah resulünün dini ve ahlaki örnekliği şeklindedir. Yani, Resulün, Allah, diğer insanlar, eşya ve doğa ilişkilerine yönelik ortaya koyduğu örnekliktir. Bu örneklik Hz. peygamberin söz, amel veya bir tutum ortaya koymasıyla gerçekleşmiş olabilir. Hz peygamber örnekliğinin temelini Kuran oluşturur. Kur’ân’ın hayata ferdi ve toplumsal ölçüde nasıl aktarılacağını gösteren bir model, bir örnektir.  Hz. Aişe “Onun ahlakı Kur’ândı derken Peygamberin yaşam biçiminin/sünnetinin Kur’ân’la içli dışlı olduğunu anlatmak istemiştir. Bazı İslam düşünürleri ise “Hz. Peygamber yaşayan Kur’ân’dı diyerek sünnetin bu yönüne dikkat çekmişlerdir.
Örnekliğin de  ne olduğu  Kuran açık seçik anlatmışken,   Kehf Suresi 110. Da, da  De ki: "Elbet ben de sizin gibi ölümlü bir insanım”.. sözü ile onun beşeri yönüne de dikkati çekmiştir. Dolayısı ile  Kuran,  onun  yediği, içtiği, giyindiği, yattığı, kalktığı, yani beşer olarak hoşlanıp hoşlanmadığı şeyleri  dikkate almadığından, sahabe gündelik hayatında bunlara dikkat etmemişlerdir. Ancak, Allah resulünün yeni bir toplum ve ona kimlik oluşturmak adına, Yahudi ve Hristiyanlara benzememek adına sahabeye bulunduğu telkinler vardır. Bu da zaten sizden olmayanlara benzememe konusunda kitabın mesajıdır. Bunların dışında  Allah resulü kendi alışkanlıklarının taklit edilmesi konusunda  sahabeye her hangi bir yönlendirmede bulunmuş değildir.
Beşer olanın her şeyi bilemeyeceğini Resul örnekliği ile  anlayan  Sahabenin çoğunun sünnet anlayışı da  Kuran’ın dikkati çektiği yönde idi… Sahabe, Allah resulünün  uygulamalarını sorgular; ya Resulullah bu Allah ın emri mi, yoksa sizin görüşünüz mü?” derlerdi.  Aldıkları cevap, eğer Allah ın emri değilse  ona uymayabiliyorlardı..  Hatta Allah resulü topluma yönelik bir hizmet yapacağı zaman onlarla istişare ediyor,  ortak karara uyuyordu.  Zaman zaman da uzmanlığı olan sahabenin görüşlerine doğrudan uyuyordu.  Mesela hendek savaşı öncesi Selman Farisi nin teklifi üzerine Medinenin etrafına hendek kazdırmış, hurmaların aşılanması konusunda hurma yetiştiricilerin sözlerine tabi olmuş,  bedir savaşı olmadan önce bir sahabenin teklifi üzerine bedir kuyuları  kenarına orduyu  konumlandırdığı bilinen örneklerdendir. Sahabe deyince bütün sahabenin bire bir aynı anlayışta,  olduğunu düşünmek elbette ki doğru değildir. Elbette farklı olanlarda vardı.
Sahabenin çoğu Hz Peygamberin sadece ne yaptığına değil, niçin yaptığını da sorgularken, bazı sahabede, neyi niçin yaptığını hiç sorgulamadan her hareketini taklit etme yoluna gitmiştir. Bu hem hadislere hem de siyere yansımış bir husustur.  Hz Ebu Bekir; Peygamber’in örnek şahsiyetini, yüce ahlakını her şeyden önde tutar, onu referans alır, lafzı ve şekli önemserken,  Hz. Ömer ise,  Kuranı kaynak ve sığınak olarak önceler, nebevi sünneti ise vahyin ışığında okurdu. Sünneti anlamada mana ve maksada bakardı. Hz Ömerin oğlu Abdullah meseleye şekilci bakarken, Hz Ayşe de Hz Ömer gibi yaklaşım sergilerdi.
Sahabenin durumu bu iken,  O günkü put perestler Allah resulünün insan olma vasfını küçümseyerek peygamberin  altından gümüşten evleri olmalı, oysa sen fakirsin bizim gibi yiyip içiyorsun diyerek  Allah’a ve  resulü itirazda bulunuyorlardı!. Onların görmek istedikleri peygamber herkesten farklı insan üstü bir melek olmalıydı!
Kur’an’ın ve peygamberin islamı anlama ve yaşama konusunda  öne çıkardığı husus; mana ve maksadı anlamak olmasına rağmen islam toplumlarında bu pek dikkate değer bulunmamıştır!. Nasıl mı? Kuran’da peygamberin  beşerligine,  şari ( şeriat koyucu) değil, konulan şeriatı harfiyen uyan ve örneklik sergileyen olarak vurgu yapılmış,  sözün önüne geçmemesi ihtarında bulunulmuş, yeri geldiğinde uyarılmıştır. Haddini aşmayan Resul Allah’ın maksadına uygun davranmış,  Allah’ın mesajları unutulmaması için vahiy kâtipleri görevlendirip yazdırırken,  kendi sözleri için bir katiplik müessesesi oluşturmamıştır. Bu Nebinin, Allahın emirleriyle kendi nafilelerinin arasını ayırmadaki titizliğini göstergesidir.
Yüce yaratıcı size içinizden birini resul gönderdim ki, size örnek olabilsin derken,   Ne acıdır ki, Allah resulü sonrası başlayıp günümüze değin çoğunluğun görmek istediği peygamber algısı da aynışriklerin beklentileri benzeşmiş durumdadır!  Resul sonrası onun adına uydurulan yalanlar onun sözleri yanına koyularak hadis sayılmış, hadisler sünnet ile eş değer hatta doğrudan sünnet sayılmış, bu uydurma sözler eşliğinde insan peygamber yok edilip, melek peygamber anlayışı toplumlarda hakim görüş olmuştur!  Sonuçta  Müslümanlar da  aynı o put perestler gibi Allah resulünün normal bir insan olmasını bir türlü hazmedemeyip, o günkü put perestlerin hayalindeki peygamber algısını Allah resulüne yüklemekten hiç hicap duymamışlardır!.  Onun normal insani davranışlarını kabullenemeyip yeterli görmediklerinden, O’na doğmadan önce başlamak kaydı ile bütün zamanlara yönelik insan üstü bir sürü mucize ve gaybi bilgi yüklemeyi peygamber sevgisine din algısına dönüştürülmüş durumdadır.!

RESULLULLAHIN HANGİ YÖNLERİNİ SÜNNET OLARAK ALGILANMALI, BU KONUDAKİ KARMAŞA VE BÜYÜK KOPUŞLAR
Hz Peygamber ümmetine Kuran dışında, ona paralel, sünnet adı altında ayrı bir din miras bırakmadığını, bırakamayacağını hem Kurandan hem de onun bu konulara yönelik hassasiyetinden öğreniyoruz.  Şurası bir gerçek ki, vakıa olarak Kuranı belirleyen; sünnet, hadis, icma ve kıyas değildir. Bizatihi belirleyici konumda olan, sünneti belirleyen ve yönlendiren Kuran’ın kendisidir.  Din ile ilgili bütün belirlemelerin ana  kaynağı Kurandır. Dolayısı ile insan peygamber din adına bütün belirlemelerini bu kaynaktan yapmıştır. Bunu yapmakta olan resul aynı zamanda, çocuklarına baba, ırk olarak Arap, çağdaşlarına arkadaş, medine döneminde devlet başkanı  idi.  Bu özelliklerinin her birisi için söyledikleri yapıp ettikleri davranışları vardı.  Bunların her birisini din anlamında ya da sünnet anlamında aynı ağırlıkta bir kefeye konması hem kurana hem akla ziyandır!.   Asıl olan,  Hz. peygamberin bir şeyi nasıl yaptığından ziyade, niçin yaptığı, yani Allah ın dinini hayata geçirme konusundaki maksadıdır. Mesela Hicret olayını deveyle gerçekleştirmiştir. Biz deve ile hicretimi din saymalıyız veya küfürden, zulümden uzaklaşmak için hicreti mi?..! O’nun, şartlardan dolayı farklı uygulamaları mevcuttur. Mekke döneminde su kıtlığı yüzünden taşla taharet alırken, Medine de su ile temizlenmiştir. Burada asıl olan Kuranın emrine yönelik yapılan temizlik eylemidir. Hangi şartta en güzeli ne ile yapılıyorsa o imkânı kullanmaktır. Yine o dönemde Hz. peygamberin çağdaşları Ebu cehil ve diğer müşrikler;  sakallı, cübbeli,  sarıklı idi. Peygamberimiz de aynı toplumun ve iklimin bir ferdi olması nedeniyle bu örfü uygulamıştır. Bu konuda Allah’ın ona bir telkini yoktur. Bir başka topluma gelmiş olsa idi geldiği toplumun iklim şartlarının gereğine uyacaktı. Dolayısı ile şartlardan doğan ihtiyaçların şekli değişkendir. Değişken olan şeyler sabitlenemezler. Din olamazlar!
 Resulullah,  gece namazını kıldıktan sonra, sabah namazından önce kısa bir süre tekrar uyur, kabak yemeyi sever,  elle yemek yer, beyaz elbise giyer, savaşta öldürülen kimsenin eşyalarını, onu öldürene vermesi gibi kendine mahsus adetleri vardı. Bunlar tamamen onun insani özelliklerindendir. Yüce yaradan resulün bu tür alışkanlıklarını asla öne çıkarmamıştır. Resulün bir şeyi neden yaptığını bilmeden onu şeyin sünnet olduğu kanısının yanlışlığını gösteren  bir sürü yaşanmış örnekler mevcuttur. Misal
Bir keresinde cemaatle namaz kılarken namazın ortasında ayağından ayakkabısı çıkarmıştır.  Tabii o günlerde mescitlerde bugünkü en vay çeşit halı yoktur. Toprak üzerinde namaz kılınmaktaydı.  Cemaatte nebiye bakıp aynısını yapmıştır. Hz peygamber namaz sonrası  cemaate sorar Neden ayakkabılarınız çıkardınız?. Onlar siz çıkardığınız için bizde çıkardık derler. Hz Peygamber, “yolda ayakkabıma pislik bulaştığını hatırladım onun için çıkardım”. Sizin çıkarmanıza gerek yoktu. der.  Şimdi toprak üzerine secde etmek, namaz ortasında ayakkabı çıkarmayı sünnet mi saymalıyız!  Halen Şiiler toprağa secde etme konusuna uymak için,  halı üzerine kutsal saydıkları Kerbela toprağından yapılma parçacıkları koyarak  secde etmeyi taklit ederler!!.  Din bu mu!..?
Bu örneklerde de görüleceği gibi Hz peygamber, adetten ve şartlardan doğan fiillerini sünnet olsun diye yapmadığını görüyoruz.  Bugün yaşasaydı bugünün kolaylıklarını kullanmaz mıydı? Deveyle hicret etmeye, necaset temizliğini taşla yapmaya gerek görür müydü!..?. Başka bir ülkede doğsaydı oranın ıslama ters olmayan adetlerini uygulardı elbette.  Meseleye bakarken Hz peygamberi bütün misyonu ile görmek gerek. Büyük davanın  öngörü sahibi, büyük bir stratejist, seçilmiş öncüsünü, basit üslup ve davranışlarla sınırlandırmak asla doğru değildir.  Nitekim Hz peygamberin toplumsal ve evrensel ölçütlerde ki örnekliği görmezden gelinemez.  Medinede devlet başkanı olmasının ardından oradaki sosyal sorunlara, kabile kavgalarına, fakirliğe, susuzluğu, adaletsizliğe, eğitimsizliğe, çözümler üretmiş bunlara ilaveten Allahın mesajlarını diğer toplumlara ulaştırmıştır. Önümüzde böylesi bir vizyon sahibi peygamberi,  basit sığ dar alanlara sıkıştırırsak, bize bıraktığı sünnet nimetini yersiz ve hor kullanmış olmaz mıyız?. Birde şu soruyu kendimize sormamız gerekmez mi? Acaba Resulullah (s.a.v.), gelenekten, içinde bulunduğu şartlardan dolayı kendisinin yaptıklarını, ümmetinden de, dini bir sorumluluk anlamında yapılmasını istiyor muydu?

         SÜNNET NEDİR, NE DEĞİLDİR?
Allah resulü;  Allah tan aldığı vahyi hiç eksiksiz bir şey ilave etmeden insanlığa tebliğ ederek görevini yerine getirmiştir. Birde Nebi sıfatıyla da aldığı emirleri, tabiri caiz ise işlemek için aklını, öngörüsünü, şartları dikkate alarak, hiç bir şeyi şansa bırakmadan  tam bir sanatkar ustalığı ile hayata uygulamıştır. Bunları mucize ile değil, yeteneklerini kullanarak örnekliklerini ortaya koymuş, bundan dolayı da Allahın  övgüsüne mazhar olmuştur. Başarısını  tamamını insani gayrete,  aklı ve  yeteneklerini kullanmasına değil de, gizli vahiy, yani gayr metluv yada Cebrailin yardımına indirgeyen çoğunluğunda itibar ettiği bir anlayış üretilmiştir.! Bunların sünnet anlayışı, elbette fiillerin, anlam içerik ve  niçin yapıldığı, insana ne mesajlar verdiği  ile değil, nasıl yapıldığı şekline odaklanmak olacaktır.  Nitekim de öyle olmuştur.  İslam toplumlarının  büyük kesiminde ki sünnet anlayışı, cahiliye dönemi Arap geleneğinin  giysisi, temizlik anlayışı, davranış bicimi, sosyal hayattaki ilişkileri, insanın kendine özgü bakımı  gibi hususlar, Sünnet bilincinin başında yer almaktadır.
 Allah resulü yeteneğini  öngörüsünü ve aklını  kullanarak değil de, farklı yardımlar  sayesinde görevini yapmış olsaydı, insanlığa nasıl  örnek olurdu! O zaman İnsanlar ey yüce RAB, bizlere örnek ve rehber olarak görevlendirdiğin resulünü insan üstü yeteneklerle mucizelerle  destekledin! O bu sayede tebliğini ve kulluğunu yaptı!  Oysa onun kadar yardım alamayan bizlere bir insanın üstesinden gelemeyeceği bir yükün altından nasıl kalkalım demezler miydi !..?..  Elbette derdi. Oysa, Alah resulü  herhangi gizli bir yardımla değil, insan olarak, insani bütün duygu istek ve arzularına sahip olmasına rağmen imtihanını görevini  başarı ile tamamlamıştır. Onun hayatında Bunu anlamaya yönelik belki yüzlerce olay olmuştur! Bir tane örnek verilmesi gerekirse "Allah resulünü görünce heyecandan titreyen birisini peygambere yakışan bir tevazuuyla şöyle sakinleştirmiştir: Sakin ol!. Ben bir kral değilim!. Ben ancak kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum! Diyerek etrafındakilere de onlar gibi bir insan olduğu mesajını vermiştir. Böylesi bir resulü yok saymak, Allah’ın ona verdiği değeri basite indirgemek, hiç bir Müslümanın haddi değildir. Haddine de değildir.
Allah Rasulü (s.a.v.) size bıraktığım emanetlerden birisi de sünnet demişse,  Cariye kültürünü sürdürmek, fuhuş yaptığı iddia edilen kadınları recim etmek, kertenkele ve kara köpekleri  öldürmek,  kadınları sünnet etmek,  zehirlenmelere karşı  acve hurmasını yemek, erkeklerin gözlerine sürme çekmesi, cami avlularına misvak asarak herkesin kullanmasını sağlamak,   dört kadınla evlilik yapmak,  deveyle yolculuk yapıp, sağlık için deve sidiğinden medet ummak(içmek),  sakal bırakmak,  sakalını kesenin dinden çıkma konusunda hüküm oluşturmak,  sarık sarmak,  yemeği yerde  ellerle yiyip yalamak,  Arap fistanları giymek,  yerde yatmak gibi!.. tamamen Arap kültürü ve geleneğinin yansıması olan günümüzde de sünnet zannı ile yaşanmaya çalışılan bu fillerin din olarak ümmetçe yaşanıp yeni nesillere taşınmasını, Allah resulü; bizlere emanet olarak bırakmış olabilir mi!!!..?
Pekiyi  sünnet olarak neyi bırakmış olabiliri nasıl  anlamalıyız?  Elbette aklı, fikri, kullanmayı, meseleleri sorgulayarak anlamayı geliştirmeyi insanlığa faydalı olacak katma değer üretmeyi, Kuran ahlakı ile bir hayat sürmeyi ondan miras olarak almalıyız. Sünnet; İmam şatibi nin dediği gibi Kuranın beyanıdır. Kur’an’ın insan yaşamına koyduğu ahlak, davranış biçimi, tabiat ve hayvanat ile olan ilişkilerdeki ölçüsü ve davranış biçimidir. Kur’an’ın insan hayatına konuşmasıdır. Kısaca; kırmamak, kırılmamak, küsmemek, dargın durmamak, yalan, iftira, hakaret, dedikodu, gıybet, alay, kul hakkı, torpil, suiistimal, başkasını küçümsemek gibi ahlaksızlığı yapmamaktır. Sünnet; çalışmak, topluma yararlı güzel adetler üretmek, hakka hukuka riayet, iyi geçinmek,  meşveret, işin ehline verilmesi, Zalimleri ve zulmü aralıksız eleştirmek, İşi ehline vermek, iş verdiğini denetlemek, kamu mallarını tüm toplumun faydalanabileceği şekilde yönetmek, uydurma ve uydurmacılarla mücadele etmek, hiçbir uydurmaya müsamaha göstermemek, her türlü ırkçı ve asimilasyon faaliyetlere karşı durmak, hayvanlara eziyet etmemek, kamuya açık alanları kirletmemek, kirletenleri uyarmak,  din sömürücülerini deşifre edip kınama yapmak, türbe-mezar tapıcılığı ile mücadele etmek,   hakkı anlatmaktan vazgeçmemek, haksız tehditlerinden korkmamak, gereksiz övgüyü reddetmek, kişilerin mahremini araştırıp, insanların onurlarını kırmamak,  dinde aşırıya kaçanları uyarmak,  gereksiz münakaşalara girmemek, açları doyurmak,  topluma iyi olmak,  inzivayı reddetmek, Allah'tan başka şefaatçi ve kurtarıcı aramamak,  eleştiriyi zulme çevirmemek ve düşmanlarının hukukunu korumak,  İnsanları masal ve hurafelerle uyuşturmadan ve ibret dolu örneklerle uyarmak, Peygamberleri ya da velileri putlaştırmamak, çocuklara ve hanıma iyi davranmak vs. toplumda huzuru, barışı sağlayan güzel ahlakın hakimiyeti  sağlamasıdır. Kurana ters olmayan insan fıtratına iyi gelen her güzel şey sünnettir. Aslında bunların her biri kullar üzerine Allahın yapınız dediği emirlerdir. Allah Resulünün örnekliği de bu emirlerin en nazik, güzel ve insana yakışır biçimde yerine getirilmesindeki sanatkârlığıdır. Kırmadan, dökmeden, üzmeden, bağırıp çağırmadan, bu emirleri uygulamadaki sanatı Yukarda sayılan resulün sünnetleri günümüze kadar toplumların anlayışı çerçevesinde çoğu zaman yok sayılmış, yada değişikliklere uğramış olmasına rağmen günümüze kadar  nesilden nesile yaşayarak gelen sahih nebevi sünneti de elbette göz ardı etmemiz gerekir. Bunlardan en önemlileri beş vakit namaz ve bunların rekatlarıdır.  Fırkalara bölünmüş İslam aleminde akşam namazı her yerde üç rekattır. Namazın kılınma şekli, haç, kurban, abdest ibadetlerinin uygulamasında çok farklılık yoktur.
Kısaca Allah resulü insanlığa Allah ın mesajını getirip hayat haline dönüştürmemizi istemiş bu konuda da bize insan olarak örnek olmuştur.  Alimlerimizden, ibni Haldun  konuya yönelik “ O bize tıp öğretmeye değil din öğretmeye geldi diyerek onun beşeri yönü ile görev alanını bir birine karıştırmamak gerektiğine işaret etmiştir.  Geçmişten günümüze aşırı duygu yoğunluğu yada  bir takım oluşumlara meydan açmak adına Allah ile aldatma yapıldığı gibi peygamber ile de aldatmanın temellerinin atılması maalesef ki ikinci ve üçüncü asırda atıldığından, o günkü yalanlar bugünün dini haline dönüşmüş durumdadır.. Peygambere atfedilen  mucizeleri dilinden düşürmeyip, akait konusu haline getirenlere baktığınızda kendini idare edemeyenlerin dünyayı yönettiği iddiaları ile karşılaşırsınız. Bunlar  hayallerindeki peygamber algısı üzerinden kendilerine meşruiyet alanı açmakta,  ona atfettikleri  güç kudret ve yetkilerin kendilerinde de olduğu iddiaları ile cahil toplumu yandaş olmaya çağırdıklarını görmekteyiz.! Bu tür yaklaşımlar sonucu, Kuran dışı sünnet algısı İslam toplumlarında öylesi komediler yaşatmaktadır ki, insan ne ağlayacağını ne de güleceğini biliyor! böylesi bir peygamberin bugünkü ümmetinden bir kesit;  halen Afganistan’da tuvaletlerde kovalara taş koyarlar. İnsanlar onlarla silinir temizlenmeye çalışır. Cami avlusunda ki ağaçlarda asılı onlarca misvak var, herkes aynı misvakla dişini temizlemek durumundadır.  Nedeni, sünnet olduğu için!. Bunu yapmayanlara kötü gözle bakılır. Bu kafanın geldiği nokta kardeş ve kabile kavgaları.!  İslam; özden yani esas değerlerinden uzaklaştırılıp şekle büründüğünde toplum hiçbir medeniyet üretemediği gibi, dinin aslından ziyade hurafeleri din diye yaşar, cehalet, yobazlık, fakirlik ve sefaletten asla kurtulamaz. Bu hakikati görmeyen, anlamayan, anlamak istemeyen, kendi kafasındaki gerçek dışında, her şeyi reddeden, farklı olanları tekfir eden, saldıran yok etmeye çalışan kafalar!  Ah bu kafalar!

TOPLUMLARDA SÜNNET ALGISINI DEĞİŞTİREN ETKENLER
FARKLI SÜNNET ANLAYIŞLARININ TEMELLERİ
Müslümanların çözemedikleri en büyük sorunu, Allah resulü nün konumunun bir türlü  Kuran sınırları ve bütünlüğü içeresinde sağlıklı bir usul ile ele alınamayıp belirlenememesindendir.  Çözümün Kuran dışında başka kaynaklara taşınması,  bu kaynakların da, Kuran ile, kendi içinde bir biri ile, akıl ve fıtrat ile  çelişkiler içermesinin neden olduğu farklı farklı Allah-Resul-Sünnet tasavvuru oluşturduğu bilinen bir gerçektir. Bu bakış tarzının oluşturduğu peygamber algısında, resulün kimi zaman Rab’laştırıldığı, melekleştirildiği, robotlaştırılıp hatta senaryoyu oynayan tiyatro sanatçısı konumuna sokulduğu, ifade edilmese de sonuçların ap açık görüntüsüdür. Bu farklı algılama ve anlamalar yüzünden ayrışmalar, kopuşlar, tekfirler….oluşmuş, farklı sünnet algıları meydana gelmiş, hatta bu çelişkileri görüp resule yakıştıramayanların  inançlarını, sünneti tamamen reddetme hadsizliğine getirdiklerini görmek mümkündür.!..  
  Kuran’ı belirleyen değil belirlenen olarak değerlendiren gelenekçilerin,   Allah resulünün Kuran’ı açıkladı iddialarında bile samimi olmadıkları görülebilir. Nasıl mı?  Gelenekçiler,  Kuranın açıklanmasını bile resule  ikinci bir vahiy olarak vasıtasız geldiği iddia ettikleri gizli gayri mev-lüv adı ile adlandırdıkları zan ifadelerine dayandırırlar! Dolayısıyla  onlara göre resulün sözlerinde ve  örnekliğinde insani bir boyut yoktur! Tüm uygulamalarını  ikinci bir vahiyle yaptığından onların bağlayıcı ve sabit olduğunu ileri sürerek sünneti de  nass hükmünde görürler! Bu kadarla kalsa ya!  Sahih olduğu iddia edilen kitaplarda gecen tüm rivayetleri de dinin temeli olarak  ileri sürüp, onların vasıtası ile,  dine yeni ölçü ve kurallar ilave ederek  dinde artırım yaptıkları,  hayatın her alanını dini bir kurala bağladıkları görülür!  Velev ki bu rivayetler Kurana, kendi içinde bir biri ile, akla ve insan fıtratına ters olsa bile!
Kuranı yeterli bulmayıp  Allah resulünden  yedi sekiz nesil sonraları toplanmaya başlanmış, zan içerikli katilik taşımayan, farklı kültürlerin geleneklerinden oluşan  içi mucize ve gayp bilgileri ile doldurularak, her bir anlatımı hadis adı ile  kitaplaştırılan ifadelerin sünnet olarak algılanması  Müslümanlar arasında büyük kopuşlara neden olmuş ve halen bu etkisini sürdürmeye devam etmektedir.
Bu fahiş hataya çok aşırı tepki gösterenler, Kuran’ı önceleme iddiası ile  kendi içinde farklı anlayış içine düşmüşlerdir.! Bu iddiayı dillendirenlerin bir  kısmı sünneti Kuran bütünlüğü içinde ararken, bir kısmı da  Kur’an bütünlüğünden kopuk parçacı yaklaşımlarla Allah resulünün örnekliği rolünü yok sayabilmekteler!.  Kısaca Onu sadece bir elçi konumunda görülebilmekteler!
Kuran’ı önceleyen ve merkeze koyanların büyük çoğunluğu;  Kuran’da hüküm belirten,  ık, anlaşılır net ve muhkem ayetleri  Resulün  eylemleştirmesi, sosyalleştirmesi  hayata uygulamasını sünnet  olarak nitelendirmekteler. Nitekim resul hüküm belirten vahiy kendisine ulaştıkça onu hayata uygulamış ve sahabesine öğretmiştir. Onlarda çocuklarına. Mesela  Namaz;  vakti, rekatları ve  kılınışı nesilden nesile değişmeden bütün Müslümanlara   ulaştığından  bu sünnet  mümin için kesinliği ifade eder.  Sünnet   Zanni değil kati delillere dayanmalıdır.  Dolayısıyla sünnetin söz üzerinden değil  bir vakıa ve fiil örneğinden gelmesi gerekir. Yüce Allah kitabında  Resulünün  nerelerde  örnek alınmasını ve itaat edilmesi gerektiğini yeterince açıklamıştır.  Resulullahın  insan olarak vahiy öncesi ve vahiy sonrası durumu, bilgi kaynağı, görevi, kendisine yapılan gaybi yardımlar, ayrıcalıklı özel halleri, itaat edilmesi ve hüküm vermesi konusundaki yetki ve sınırları, kendisine yöneltilen uyarı ve ikazları içeren ayetler  yeterli düzeyde olduğundan,  Allah resulünün konumunu ve sünnetinin değerini aydınlatmakta ve anlaşılmasına yardımcı olmaktadır.  Dolayısıyla sünnet Kurana paralel yeni bir anlayış değil, Kitap  tarafından belirlenendir. Görüşünü savunmaktadırlar.. Her müminin iman etmesi gereken ilke,  Kuran’ın üstünde hiçbir kaynak dine yeni bir görüş ve ilke getiremez.  Allah Kuran için;  ık, açıklayıcı, anlaşılır ve yeterli  demesine rağmen onun anlaşılması ve tamamlanması için ayrıca gizli bir vahiy gönderdiğinin iddia edilmesi  zaten Kuranın kendisine tezattır. Allah böyle tezatlıklardan beridir. Resul ise Allah’ın sözü üzerine  asla söz söylemez.  Onun örnekliği Kuranın bir emridir. Yaklaşımını sergilemektedirler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder