SÜNNETİ ANLAMA ÇERCEVESİNDE SAHABE VE MÜŞRİKLER ALLAH RESULÜNÜ NASIL ANLAMIŞLARDI? 1
Sünneti doğru anlayabilmek için sünnet deyince neyin kast
edildiğinin açıkça anlaşılması gerekir. Sahabenin çoğunun anladığı sünnetin ne olduğu hususunu
kısa ve öz olarak ele alacak olursak; Sünnet
Allah resulünün dini ve ahlaki örnekliği şeklindedir. Yani, Resulün, Allah, diğer insanlar, eşya ve doğa ilişkilerine yönelik ortaya koyduğu örnekliktir. Bu örneklik Hz. peygamberin söz,
amel veya bir tutum ortaya koymasıyla gerçekleşmiş olabilir. Hz peygamber örnekliğinin temelini Kuran oluşturur. Kur’ân’ın hayata ferdi ve toplumsal ölçüde
nasıl aktarılacağını gösteren bir model, bir örnektir. Hz. Aişe “Onun ahlakı Kur’ân’dı” derken
Peygamber’in yaşam biçiminin/sünnetinin Kur’ân’la içli dışlı olduğunu
anlatmak istemiştir.
Bazı İslam düşünürleri
ise “Hz. Peygamber yaşayan
Kur’ân’dı”
diyerek sünnetin bu yönüne dikkat çekmişlerdir.
Örnekliğin de ne
olduğu Kuran açık seçik anlatmışken, Kehf
Suresi 110. Da, da De ki: "Elbet
ben de sizin gibi ölümlü bir insanım”..
sözü ile onun beşeri
yönüne de dikkati çekmiştir.
Dolayısı ile Kuran, onun
yediği, içtiği, giyindiği, yattığı, kalktığı, yani beşer olarak hoşlanıp hoşlanmadığı şeyleri dikkate almadığından, sahabe gündelik hayatında bunlara dikkat etmemişlerdir. Ancak, Allah resulünün yeni bir toplum ve
ona kimlik oluşturmak adına, Yahudi ve Hristiyanlara benzememek adına sahabeye bulunduğu telkinler vardır. Bu da zaten sizden olmayanlara benzememe konusunda
kitabın mesajıdır. Bunların
dışında Allah
resulü kendi alışkanlıklarının taklit edilmesi konusunda sahabeye
her hangi bir yönlendirmede bulunmuş değildir.
Beşer olanın her şeyi bilemeyeceğini Resul örnekliği ile
anlayan Sahabenin çoğunun sünnet anlayışı da Kuran’ın dikkati çektiği yönde idi… Sahabe, Allah resulünün uygulamalarını sorgular; “ ya Resulullah bu Allah ın emri mi, yoksa sizin görüşünüz mü?” derlerdi. Aldıkları cevap, eğer Allah ın emri değilse ona
uymayabiliyorlardı.. Hatta Allah resulü
topluma yönelik bir hizmet yapacağı zaman onlarla istişare ediyor,
ortak karara uyuyordu. Zaman
zaman da uzmanlığı
olan sahabenin görüşlerine doğrudan uyuyordu.
Mesela hendek savaşı
öncesi
Selman Farisi nin teklifi üzerine Medine’nin etrafına hendek kazdırmış, hurmaların aşılanması konusunda hurma yetiştiricilerin sözlerine tabi olmuş, bedir
savaşı olmadan önce bir sahabenin teklifi üzerine
bedir kuyuları kenarına orduyu
konumlandırdığı bilinen örneklerdendir. Sahabe deyince bütün sahabenin
bire bir aynı anlayışta, olduğunu düşünmek
elbette ki doğru değildir. Elbette farklı olanlarda vardı.
Sahabenin çoğu Hz Peygamberin sadece ne yaptığına değil, niçin yaptığını da sorgularken, bazı sahabede, neyi niçin yaptığını hiç sorgulamadan her hareketini taklit etme yoluna
gitmiştir. Bu hem hadislere hem de siyer’e
yansımış bir husustur. Hz Ebu Bekir;
Peygamber’in örnek şahsiyetini,
yüce
ahlakını her şeyden önde
tutar, onu referans alır,
lafzı ve şekli önemserken,
Hz. Ömer ise,
Kur’an’ı kaynak ve sığınak olarak önceler, nebevi sünneti ise
vahyin ışığında okurdu. Sünneti anlamada mana ve maksada bakardı. Hz Ömer’in oğlu Abdullah meseleye şekilci bakarken, Hz Ayşe de Hz Ömer gibi yaklaşım sergilerdi.
Sahabenin durumu bu iken, O günkü put perestler Allah resulünün insan
olma vasfını küçümseyerek peygamberin altından gümüşten evleri olmalı, oysa sen fakirsin bizim gibi yiyip içiyorsun
diyerek Allah’a ve resulü itirazda bulunuyorlardı!. Onların görmek istedikleri peygamber herkesten farklı insan üstü bir melek olmalıydı!
Kur’an’ın ve peygamberin islamı anlama ve yaşama konusunda öne çıkardığı husus; mana ve maksadı anlamak olmasına rağmen islam toplumlarında bu pek dikkate değer bulunmamıştır!. Nasıl
mı? Kuran’da peygamberin beşerligine, şari ( şeriat koyucu) değil, konulan şeriatı harfiyen uyan ve örneklik
sergileyen olarak vurgu yapılmış, sözün önüne geçmemesi ihtarında bulunulmuş, yeri geldiğinde uyarılmıştır. Haddini aşmayan
Resul Allah’ın maksadına uygun davranmış, Allah’ın mesajları unutulmaması için vahiy kâtipleri görevlendirip yazdırırken, kendi sözleri için bir
katiplik müessesesi oluşturmamıştır. Bu Nebi’nin, Allah’ın emirleriyle kendi nafilelerinin arasını ayırmadaki
titizliğini göstergesidir.
Yüce yaratıcı size içinizden birini resul gönderdim
ki, size örnek olabilsin derken, Ne acıdır ki, Allah resulü sonrası başlayıp günümüze değin çoğunluğun görmek istediği peygamber algısı da aynı
müşriklerin beklentileri benzeşmiş durumdadır! Resul
sonrası onun adına uydurulan yalanlar onun sözleri yanına koyularak hadis sayılmış, hadisler sünnet ile eş değer hatta doğrudan sünnet sayılmış, bu uydurma sözler eşliğinde
insan peygamber yok edilip, melek peygamber anlayışı toplumlarda hakim görüş olmuştur!
Sonuçta Müslümanlar da aynı o put perestler gibi Allah resulünün
normal bir insan olmasını bir türlü hazmedemeyip, o günkü
put perestlerin hayalindeki peygamber algısını Allah
resulüne
yüklemekten
hiç
hicap duymamışlardır!. Onun
normal insani davranışlarını kabullenemeyip yeterli görmediklerinden, O’na doğmadan önce başlamak kaydı ile bütün zamanlara yönelik insan üstü bir sürü mucize ve gaybi bilgi yüklemeyi peygamber
sevgisine din algısına dönüştürülmüş durumdadır.!
RESULLULLAHIN HANGİ YÖNLERİNİ SÜNNET OLARAK ALGILANMALI, BU KONUDAKİ KARMAŞA
VE BÜYÜK KOPUŞLAR
Hz Peygamber ümmetine Kuran
dışında, ona paralel, sünnet adı altında ayrı bir din miras bırakmadığını, bırakamayacağını hem Kuran’dan hem de onun bu konulara yönelik
hassasiyetinden öğreniyoruz. Şurası bir gerçek ki, vakıa olarak Kuran’ı belirleyen; sünnet, hadis, icma ve kıyas değildir. Bizatihi belirleyici konumda olan, sünneti
belirleyen ve yönlendiren Kuran’ın kendisidir.
Din ile ilgili bütün belirlemelerin ana
kaynağı
Kuran’dır. Dolayısı ile insan peygamber din adına bütün belirlemelerini bu kaynaktan yapmıştır. Bunu yapmakta olan resul aynı zamanda, çocuklarına baba, ırk olarak Arap, çağdaşlarına arkadaş, medine döneminde devlet başkanı idi. Bu özelliklerinin her birisi için
söyledikleri yapıp
ettikleri davranışları vardı. Bunların her birisini din anlamında ya da sünnet anlamında aynı ağırlıkta bir kefeye konması hem kuran’a hem akla ziyandır!. Asıl olan,
Hz. peygamberin bir şeyi nasıl
yaptığından ziyade, niçin yaptığı, yani Allah ın dinini hayata geçirme konusundaki maksadıdır. Mesela Hicret olayını deveyle
gerçekleştirmiştir. Biz deve ile hicretimi din saymalıyız veya küfürden, zulümden uzaklaşmak için hicreti mi?..! O’nun, şartlardan dolayı farklı uygulamaları mevcuttur. Mekke döneminde su kıtlığı yüzünden taşla taharet alırken, Medine de su ile temizlenmiştir. Burada asıl olan Kuran’ın emrine yönelik
yapılan temizlik eylemidir. Hangi şartta en güzeli
ne ile yapılıyorsa o imkânı kullanmaktır. Yine o dönemde
Hz. peygamberin çağdaşları Ebu cehil ve diğer müşrikler;
sakallı, cübbeli, sarıklı idi. Peygamberimiz de aynı toplumun ve iklimin bir ferdi olması nedeniyle bu örfü uygulamıştır. Bu konuda Allah’ın ona bir telkini yoktur. Bir başka topluma gelmiş olsa idi geldiği toplumun iklim şartlarının gereğine uyacaktı. Dolayısı ile şartlardan doğan ihtiyaçların şekli değişkendir. Değişken olan şeyler sabitlenemezler. Din olamazlar!
Resulullah,
gece namazını kıldıktan sonra, sabah namazından önce kısa bir süre tekrar uyur, kabak yemeyi sever, elle yemek yer, beyaz elbise giyer, savaşta öldürülen kimsenin eşyalarını, onu öldürene vermesi gibi kendine mahsus adetleri vardı. Bunlar tamamen onun insani özelliklerindendir.
Yüce yaradan resulün bu tür alışkanlıklarını asla öne çıkarmamıştır. Resulün bir
şeyi neden yaptığını bilmeden onu şeyin sünnet
olduğu kanısının yanlışlığını gösteren
bir sürü yaşanmış örnekler mevcuttur. Misal
Bir keresinde cemaatle
namaz kılarken namazın ortasında ayağından ayakkabısı çıkarmıştır. Tabii o günlerde
mescitlerde bugünkü en vay çeşit halı yoktur. Toprak üzerinde namaz kılınmaktaydı. Cemaatte nebiye bakıp aynısını yapmıştır. Hz peygamber namaz sonrası cemaate
sorar “Neden
ayakkabılarınız çıkardınız”?. Onlar siz çıkardığınız için
bizde çıkardık derler. Hz Peygamber, “yolda ayakkabıma pislik bulaştığını hatırladım onun
için çıkardım”. Sizin çıkarmanıza gerek yoktu.” der. Şimdi toprak üzerine secde etmek, namaz ortasında ayakkabı çıkarmayı sünnet mi saymalıyız! Halen Şiiler toprağa secde etme konusuna uymak için, halı üzerine kutsal saydıkları Kerbela toprağından yapılma parçacıkları koyarak secde
etmeyi taklit ederler!!. Din bu mu!..?
Bu örneklerde de
görüleceği gibi Hz peygamber, adetten ve şartlardan doğan fiillerini sünnet
olsun diye yapmadığını görüyoruz.
Bugün yaşasaydı bugünün kolaylıklarını kullanmaz mıydı? Deveyle hicret etmeye, necaset temizliğini taşla yapmaya gerek görür müydü!..?. Başka bir ülkede
doğsaydı oranın ıslama ters olmayan adetlerini uygulardı elbette. Meseleye bakarken Hz peygamberi bütün misyonu
ile görmek gerek. Büyük davanın öngörü
sahibi, büyük bir stratejist, seçilmiş öncüsünü, basit üslup
ve davranışlarla
sınırlandırmak asla doğru değildir.
Nitekim Hz peygamberin toplumsal ve evrensel ölçütlerde
ki örnekliği görmezden gelinemez. Medine’de devlet başkanı olmasının ardından oradaki sosyal sorunlara, kabile
kavgalarına, fakirliğe, susuzluğu, adaletsizliğe, eğitimsizliğe, çözümler üretmiş bunlara ilaveten Allah’ın mesajlarını diğer toplumlara ulaştırmıştır. Önümüzde böylesi
bir vizyon sahibi peygamberi, basit sığ dar alanlara sıkıştırırsak, bize bıraktığı sünnet nimetini yersiz ve hor kullanmış olmaz mıyız?. Birde şu soruyu kendimize sormamız gerekmez mi? Acaba Resulullah
(s.a.v.), gelenekten, içinde bulunduğu şartlardan dolayı kendisinin yaptıklarını, ümmetinden de, dini bir sorumluluk anlamında yapılmasını istiyor muydu?
SÜNNET NEDİR, NE DEĞİLDİR?
Allah
resulü; Allah tan aldığı vahyi hiç
eksiksiz bir şey
ilave etmeden insanlığa
tebliğ ederek görevini yerine getirmiştir. Birde Nebi sıfatıyla da aldığı emirleri, tabiri caiz ise işlemek için
aklını, öngörüsünü, şartları dikkate alarak, hiç
bir şeyi şansa bırakmadan tam bir sanatkar ustalığı ile hayata uygulamıştır. Bunları mucize ile değil, yeteneklerini kullanarak
örnekliklerini ortaya koymuş, bundan dolayı da Allah’ın övgüsüne mazhar olmuştur. Başarısını
tamamını insani gayrete, aklı ve
yeteneklerini kullanmasına değil
de, gizli vahiy, yani gayr metluv yada Cebrail’in
yardımına indirgeyen çoğunluğunda itibar ettiği bir anlayış üretilmiştir.! Bunların sünnet anlayışı, elbette fiillerin, anlam içerik
ve niçin yapıldığı, insana ne mesajlar verdiği
ile değil,
nasıl yapıldığı şekline odaklanmak olacaktır.
Nitekim de öyle olmuştur.
İslam toplumlarının
büyük
kesiminde ki sünnet anlayışı,
cahiliye dönemi Arap geleneğinin
giysisi, temizlik anlayışı, davranış bicimi, sosyal hayattaki ilişkileri, insanın kendine özgü
bakımı
gibi hususlar, Sünnet bilincinin başında yer almaktadır.
Allah resulü yeteneğini
öngörüsünü
ve aklını
kullanarak değil
de, farklı
yardımlar
sayesinde görevini yapmış olsaydı, insanlığa nasıl
örnek
olurdu! O zaman İnsanlar
ey yüce
RAB, bizlere örnek ve rehber olarak görevlendirdiğin resulünü
insan üstü
yeteneklerle mucizelerle destekledin! O
bu sayede tebliğini
ve kulluğunu yaptı!
Oysa onun kadar yardım alamayan bizlere bir insanın üstesinden gelemeyeceği bir yükün
altından nasıl kalkalım demezler miydi !..?.. Elbette derdi. Oysa, Alah resulü herhangi gizli bir yardımla değil, insan olarak, insani bütün
duygu istek ve arzularına
sahip olmasına
rağmen imtihanını görevini
başarı ile tamamlamıştır. Onun hayatında Bunu anlamaya yönelik
belki yüzlerce
olay olmuştur!
Bir tane örnek verilmesi gerekirse "Allah
resulünü görünce heyecandan titreyen birisini peygambere yakışan bir tevazuuyla şöyle
sakinleştirmiştir: “Sakin
ol!. Ben bir kral değilim!.
Ben ancak kurutulmuş
et yiyen bir kadının oğluyum!”
Diyerek etrafındakilere
de onlar gibi bir insan olduğu mesajını
vermiştir. Böylesi
bir resulü yok saymak, Allah’ın ona verdiği değeri basite indirgemek, hiç
bir Müslümanın
haddi değildir. Haddine de değildir.
Allah Rasulü (s.a.v.) size
bıraktığım emanetlerden birisi de sünnet demişse, Cariye kültürünü sürdürmek, fuhuş yaptığı iddia edilen kadınları recim etmek, kertenkele ve kara köpekleri öldürmek,
kadınları sünnet etmek, zehirlenmelere karşı
acve hurmasını yemek, erkeklerin gözlerine sürme
çekmesi, cami avlularına
misvak asarak herkesin kullanmasını sağlamak,
dört
kadınla evlilik yapmak, deveyle yolculuk yapıp, sağlık için deve sidiğinden medet ummak(içmek), sakal bırakmak,
sakalını kesenin dinden çıkma konusunda hüküm
oluşturmak,
sarık
sarmak, yemeği yerde
ellerle yiyip yalamak, Arap
fistanları
giymek, yerde yatmak gibi!.. tamamen
Arap kültürü ve geleneğinin
yansıması olan günümüzde de sünnet zannı ile yaşanmaya çalışılan bu fillerin din olarak ümmetçe yaşanıp yeni nesillere taşınmasını, Allah resulü; bizlere emanet olarak bırakmış olabilir mi!!!..?
Pekiyi sünnet olarak neyi bırakmış
olabiliri nasıl anlamalıyız? Elbette
aklı, fikri, kullanmayı, meseleleri sorgulayarak anlamayı geliştirmeyi insanlığa faydalı olacak katma değer üretmeyi, Kur’an
ahlakı ile bir hayat sürmeyi ondan miras
olarak almalıyız. Sünnet;
İmam şatibi nin dediği gibi Kuran’ın beyanıdır.
Kur’an’ın insan yaşamına koyduğu ahlak, davranış biçimi, tabiat ve hayvanat ile olan ilişkilerdeki ölçüsü
ve davranış
biçimidir. Kur’an’ın
insan hayatına
konuşmasıdır. Kısaca; kırmamak, kırılmamak, küsmemek,
dargın durmamak, yalan, iftira, hakaret,
dedikodu, gıybet,
alay, kul hakkı,
torpil, suiistimal, başkasını küçümsemek gibi ahlaksızlığı yapmamaktır. Sünnet; çalışmak, topluma yararlı güzel adetler üretmek, hakka hukuka
riayet, iyi geçinmek, meşveret, işin ehline verilmesi, Zalimleri ve zulmü
aralıksız eleştirmek, İşi ehline vermek, iş verdiğini denetlemek, kamu mallarını tüm toplumun faydalanabileceği şekilde yönetmek,
uydurma ve uydurmacılarla
mücadele
etmek, hiçbir uydurmaya müsamaha
göstermemek,
her türlü
ırkçı ve asimilasyon faaliyetlere karşı durmak, hayvanlara eziyet etmemek,
kamuya açık alanları kirletmemek, kirletenleri
uyarmak, din sömürücülerini deşifre edip kınama yapmak, türbe-mezar
tapıcılığı ile mücadele
etmek, hakkı anlatmaktan vazgeçmemek,
haksız tehditlerinden korkmamak, gereksiz övgüyü
reddetmek, kişilerin
mahremini araştırıp, insanların onurlarını kırmamak,
dinde aşırıya kaçanları uyarmak, gereksiz münakaşalara girmemek, açları doyurmak, topluma iyi olmak, inzivayı reddetmek, Allah'tan başka şefaatçi ve
kurtarıcı aramamak, eleştiriyi zulme çevirmemek
ve düşmanlarının hukukunu korumak, İnsanları masal ve hurafelerle uyuşturmadan ve ibret dolu örneklerle
uyarmak, Peygamberleri ya da velileri putlaştırmamak, çocuklara
ve hanıma iyi davranmak vs. toplumda huzuru,
barışı sağlayan güzel
ahlakın hakimiyeti sağlamasıdır. Kur’an’a
ters olmayan insan fıtratına iyi gelen her güzel şey sünnettir. Aslında bunların her biri kullar üzerine
Allah’ın yapınız dediği emirlerdir. Allah Resulünün
örnekliği de bu emirlerin en nazik, güzel
ve insana yakışır
biçimde
yerine getirilmesindeki sanatkârlığıdır. Kırmadan, dökmeden,
üzmeden,
bağırıp çağırmadan, bu emirleri uygulamadaki sanatı…
Yukarda sayılan
resulün
sünnetleri
günümüze
kadar toplumların
anlayışı çerçevesinde çoğu zaman yok sayılmış, yada değişikliklere uğramış olmasına rağmen günümüze
kadar nesilden nesile yaşayarak gelen sahih nebevi sünneti de
elbette göz ardı
etmemiz gerekir. Bunlardan en önemlileri beş vakit namaz ve bunların rekatlarıdır.
Fırkalara bölünmüş İslam aleminde akşam namazı her yerde üç
rekattır. Namazın kılınma şekli, haç, kurban, abdest ibadetlerinin
uygulamasında
çok
farklılık yoktur.
Kısaca Allah resulü insanlığa Allah ın mesajını getirip hayat haline dönüştürmemizi istemiş bu konuda da bize insan olarak örnek
olmuştur.
Alimlerimizden, ibni Haldun
konuya yönelik “ O bize tıp öğretmeye değil din öğretmeye
geldi “
diyerek onun beşeri
yönü
ile görev alanını bir birine karıştırmamak gerektiğine işaret etmiştir.
Geçmişten günümüze
aşırı duygu yoğunluğu yada
bir takım
oluşumlara meydan açmak
adına Allah ile aldatma yapıldığı gibi peygamber ile de aldatmanın temellerinin atılması maalesef ki ikinci ve üçüncü asırda atıldığından, o günkü
yalanlar bugünün dini haline dönüşmüş durumdadır.. Peygambere atfedilen mucizeleri dilinden düşürmeyip,
akait konusu haline getirenlere baktığınızda kendini idare edemeyenlerin dünyayı yönettiği iddiaları ile karşılaşırsınız. Bunlar hayallerindeki peygamber algısı üzerinden kendilerine meşruiyet alanı açmakta,
ona atfettikleri güç
kudret ve yetkilerin kendilerinde de olduğu iddiaları ile cahil toplumu yandaş olmaya çağırdıklarını görmekteyiz.! Bu tür yaklaşımlar sonucu, Kuran dışı sünnet algısı İslam toplumlarında öylesi komediler yaşatmaktadır ki, insan ne ağlayacağını ne de güleceğini biliyor! böylesi bir peygamberin
bugünkü ümmetinden bir kesit; halen
Afganistan’da tuvaletlerde kovalara taş koyarlar. İnsanlar onlarla silinir temizlenmeye
çalışır. Cami avlusunda ki ağaçlarda asılı onlarca misvak var, herkes aynı misvakla dişini temizlemek durumundadır.
Nedeni, sünnet olduğu için!. Bunu yapmayanlara kötü
gözle
bakılır. Bu kafanın geldiği nokta kardeş ve kabile kavgaları.!
İslam; özden
yani esas değerlerinden
uzaklaştırılıp şekle büründüğünde
toplum hiçbir medeniyet üretemediği gibi, dinin aslından ziyade hurafeleri din diye yaşar, cehalet, yobazlık, fakirlik ve sefaletten asla
kurtulamaz. Bu hakikati görmeyen, anlamayan, anlamak istemeyen,
kendi kafasındaki
gerçek
dışında, her şeyi reddeden, farklı olanları tekfir eden, saldıran yok etmeye çalışan kafalar! Ah bu kafalar…!
TOPLUMLARDA SÜNNET
ALGISINI DEĞİŞTİREN
ETKENLER
FARKLI SÜNNET ANLAYIŞLARININ
TEMELLERİ
Müslümanların çözemedikleri en büyük
sorunu, Allah resulü nün konumunun bir türlü Kuran sınırları ve bütünlüğü
içeresinde sağlıklı bir usul ile ele alınamayıp belirlenememesindendir. Çözümün Kuran dışında başka kaynaklara taşınması,
bu kaynakların
da, Kuran ile, kendi içinde bir biri ile, akıl ve fıtrat ile çelişkiler içermesinin
neden olduğu
farklı farklı Allah-Resul-Sünnet
tasavvuru oluşturduğu bilinen bir gerçektir. Bu bakış tarzının oluşturduğu peygamber algısında, resulün kimi zaman Rab’laştırıldığı, melekleştirildiği, robotlaştırılıp hatta senaryoyu oynayan tiyatro
sanatçısı konumuna sokulduğu, ifade edilmese de sonuçların ap açık görüntüsüdür. Bu farklı algılama ve anlamalar yüzünden
ayrışmalar, kopuşlar, tekfirler….oluşmuş, farklı sünnet algıları meydana gelmiş, hatta bu çelişkileri görüp
resule yakıştıramayanların
inançlarını, sünneti tamamen reddetme hadsizliğine getirdiklerini görmek mümkündür.!..
Kuran’ı belirleyen değil belirlenen olarak değerlendiren gelenekçilerin, Allah resulünün Kuran’ı açıkladı iddialarında bile samimi olmadıkları görülebilir. Nasıl mı? Gelenekçiler, Kuranın açıklanmasını bile resule ikinci bir vahiy olarak vasıtasız geldiği iddia ettikleri gizli gayri mev-lüv
adı ile adlandırdıkları zan ifadelerine dayandırırlar! Dolayısıyla onlara göre resulün sözlerinde ve örnekliğinde insani bir boyut yoktur! Tüm
uygulamalarını
ikinci bir vahiyle yaptığından onların bağlayıcı ve sabit olduğunu ileri sürerek
sünneti
de nass hükmünde görürler! Bu kadarla
kalsa ya! Sahih olduğu iddia edilen kitaplarda gecen tüm
rivayetleri de dinin temeli olarak ileri
sürüp,
onların vasıtası ile,
dine yeni ölçü ve kurallar ilave ederek dinde artırım yaptıkları,
hayatın
her alanını dini bir kurala bağladıkları görülür!
Velev ki bu rivayetler Kuran’a, kendi içinde
bir biri ile, akla ve insan fıtratına
ters olsa bile!
Kuranı yeterli bulmayıp
Allah resulünden
yedi sekiz nesil sonraları toplanmaya başlanmış, zan içerikli
kat’ilik
taşımayan, farklı kültürlerin geleneklerinden oluşan
içi
mucize ve gayp bilgileri ile doldurularak, her bir anlatımı hadis adı ile
kitaplaştırılan ifadelerin sünnet
olarak algılanması
Müslümanlar
arasında büyük
kopuşlara neden olmuş ve halen bu etkisini sürdürmeye
devam etmektedir.
Bu fahiş hataya çok aşırı tepki gösterenler,
Kuran’ı önceleme iddiası ile kendi içinde farklı anlayış içine düşmüşlerdir.! Bu iddiayı dillendirenlerin bir kısmı sünneti Kuran bütünlüğü
içinde
ararken, bir kısmı da
Kur’an bütünlüğünden kopuk parçacı yaklaşımlarla Allah resulünün
örnekliği rolünü
yok sayabilmekteler!. Kısaca O’nu
sadece bir elçi konumunda görülebilmekteler!
Kuran’ı önceleyen ve merkeze koyanların büyük çoğunluğu;
Kuran’da hüküm belirten, açık, anlaşılır net ve muhkem ayetleri Resulün
eylemleştirmesi,
sosyalleştirmesi
hayata uygulamasını sünnet
olarak nitelendirmekteler. Nitekim resul hüküm
belirten vahiy kendisine ulaştıkça
onu hayata uygulamış
ve sahabesine öğretmiştir. Onlarda çocuklarına. Mesela Namaz;
vakti, rekatları
ve kılınışı nesilden nesile değişmeden bütün
Müslümanlara ulaştığından
bu sünnet
mümin
için
kesinliği ifade eder. Sünnet
Zanni değil
kati delillere dayanmalıdır.
Dolayısıyla sünnetin
söz
üzerinden
değil
bir vakıa
ve fiil örneğinden gelmesi gerekir. Yüce
Allah kitabında Resulünün
nerelerde örnek
alınmasını ve itaat edilmesi gerektiğini yeterince açıklamıştır.
Resulullah’ın
insan olarak vahiy öncesi ve vahiy sonrası durumu, bilgi kaynağı, görevi, kendisine yapılan gaybi yardımlar, ayrıcalıklı özel halleri, itaat edilmesi ve hüküm
vermesi konusundaki yetki ve sınırları, kendisine yöneltilen
uyarı ve ikazları içeren ayetler yeterli düzeyde olduğundan,
Allah resulünün konumunu ve sünnetinin
değerini aydınlatmakta ve anlaşılmasına yardımcı olmaktadır.
Dolayısıyla sünnet
Kurana paralel yeni bir anlayış değil,
Kitap tarafından belirlenendir. Görüşünü
savunmaktadırlar..
Her müminin iman etmesi gereken ilke,
Kuran’ın
üstünde
hiçbir
kaynak dine yeni bir görüş ve ilke getiremez. Allah Kuran için; açık, açıklayıcı, anlaşılır ve yeterli demesine rağmen onun anlaşılması ve tamamlanması için ayrıca gizli bir vahiy gönderdiğinin iddia edilmesi zaten Kuran’ın
kendisine tezattır.
Allah böyle
tezatlıklardan beridir. Resul ise Allah’ın sözü üzerine
asla söz söylemez.
O’nun
örnekliği Kuran’ın
bir emridir. Yaklaşımını sergilemektedirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder